Kılıç, R. (1999). Osmanlı padişahı III. Murad ve Özbek hükümdarı II. Abdullah Han dönemi Osmanlı-Türkistan dayanışması. Bilig Dergisi, S. 10, Ankara, ss. 49-59.
Prof.Dr Remzi Kılıç
Niğde Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi
Türkler, tarih boyunca en geniş sahalarda devlet kurmuş milletlerden biridir. XVI.Yüzyıl, Türk Alemi açısından çok büyük mücadelelere sahne olmuştur. Bu dönemde, Özbekler ve diğer Türk Hanları, Türkistan denilen; Batı da Hazar Denizi ile Horasan Dağları, Güney de Hindikuş ve Kuh-ı Sefid Dağları, Kuzey de Kazakistan bozkırlarının kuzey sınırlarına ulaşan, Doğu da Çin topraklarına kadar uzanan, takriben 5.340.066 km karelik bir sahayı kapsayan bölge de hüküm sürüyorlardı.[1]
XVI. Yüzyıl süresince, Türkistan ‘ ın büyük bir kısmını Özbek Hanları temsil ve idare etmişlerdi.[2] Ancak, bu dönem, Türkistan ‘ ın ekonomik ve kültürel yönden zayıf olduğu bir dönemdir. Bunun sebebi ise’ XVI. Yüzyıl’ın başlarından itibaren ‘Yedi İklimde hakim olan ve Doğu’dan Batı’ya Türkistan üzerinden geçen, ‘ Kara Ticaret Yolları’nın kendi mevkiilerini, Hindistan ve Çin hududundan açılan Güney Asya-Afrika’ Avrupa Deniz Yolu’na ve Sibirya Arhagelsk tarafından, Kuzey Akdeniz Ticaret Yolu’na, Amerika Kıtası’nın Avrupalılar tarafından keşfinden sonra gelişen, Okyanus Deniz Ticaret Yolları’na terketmeleri gibi umumi gelişmelerdir. Bu ise’ Çin ve Hint mallarının Karadeniz ve Akdeniz Limanları’na ulaştırılmasından büyük ticari kazançlar temin etmiş olan Türkistan Halkı’nın gittikçe fakirleşmesine ve netice de kültür ve medeniyet sahasında geri kalmalarına sebep olmuştur.[3]
Batı Türklüğü’nü ise’ Anadolu başta olmak üzere, Avrupa ve Afrika Kıtaları üzerinde hakimiyet tesis etmiş olan, Osmanlı Devleti Padişahları temsil ediyordu. Özbek Hanları XVI. Yüzyıl boyunca, özellikle İran’da hüküm süren Şii-Safevilere karşı, Osmanlı Padişahları ile birlikte hareket etmişlerdi. Bu karşılıklı dayanışma’ Yavuz Sultan Selim(1512-1520), Kanuni Sultan Süleyman(1520-1566), II.Selim(1566-1574), III. Murat(1574-1595) dönemleri boyunca da sürüp gitmişti. Bilhassa Osmanlı Padişahı III.Murat ve Özbek Hanı II.Abdullah devirleri, XVI. Yüzyıl’ın son çeyreği, bu iki Türk Devleti’nin arasında kalan Şii-Safevi Hanedanlığı’na karşı istikrarlı bir dayanışma içerisinde geçmişti.
Ancak, Özbek-Şeybani Hanları, Türk Devlet Geleneği’nden kaynaklanan, ‘Türk Hakimiyet Telakkisi’ [4] sebebiyle birbirileriyle uğraşırlardı. Bu yüzden Özbek-Şeybani Hanları arasında sık sık saltanat kavgaları ortaya çıkardı. Bu durum onların parçalanmasına, bazan da, dış düşman karşısında güçlü bir varlık gösterememelerine sebep olurdu. Özbekler’in Semerkant’taki Hanı Abdullatif (1540-1551) ile Buhara Hükümdarı Abdulaziz (1540-1549) birbirileri ile anlaşamıyorlar’ her biri kendi başına buyruk olarak hareket ediyorlardı. Bu nedenle Türkistan’da’ 1551-1588 yılları arasında Hanlıklar sık sık el değiştirdi. İçte birbirileri ile mücadele eden Özbekler, dışarıda da Kazaklar’la kavga ediyorlardı. Bu vaziyet, II. Abdullah’a kadar devam etti.[5]
Özbekler’in büyük Hanları’ndan Muhammed Şeybani’den(1491-1510) sonra, en güçlü Han olan II.Abdullah(1560-1598), akrabaları arasında bölüşülmüş olan Şeybanilere ait Hanlıkları bir araya toplamayı başarmıştır. 1557’de Buhara’yı alarak Özbek-Şeybani Hanlığının başkenti yapmıştı. 1578’de Semerkant’ı, 1582’de ise, Taşkent’i ele geçirdi. Önce babası İskender Han adına saltanat (1560-1583) sürdükten sonra, bizzat kendi adına da (1583-1598) Han olarak, hüküm sürmüştür.[6]
II.Abdullah zamanında Hazeresb’te, Timur Sultan’ın üç oğlu’ Mehmed Sultan, Kadir Verdi Sultan, Ebu’l Hayır Sultan, bulunuyordu. Hive’de ise’ dört oğlu ile Polat Sultan, Urgenç’te, Hacı Mehmed (Hacım Sultan) Han’ın oğlu İbrahim Sultan hüküm sürmekteydi. Hacı Mehmed’in oğlu Arab Mehmed de Deruna hakimiydi. Zir’de ise’ Mehmed Sultan dört oğlu ile hüküm sürüyordu.[7] Bu Hanlar sürekli birbirleri ile mücadele ediyorlardı. Özellikle Urgenç’teki Hanlar kendi Özbek kardeşlerinin yolunu kesip mallarını ellerinden alıyorlardı. O zaman Şirvan tamamen, Osmanlıların elinde idi. Maveraunnehir Hacıları, Şii-Kızılbaş yüzü görmemek için Urgenç’ten geçerek Mankışlak’a geliyor ve oradan gemiye binip Şirvan’a varıyorlardı.
Bir defasında Osmanlı Sultanı, II.Abdullah’a İran Şahı Abbas’ı ezmek için Sale Şah isminde bir elçi göndermiş, dönüşte ise, yukardaki yolu takip etmek isteyen Sale Şah’ı Urgençte Hacı Mehmed’in oğlu İbrahim Sultan soymuştu. Yine Hacı Kutas başkanlığındaki bir hac kafilesini, Hive’de Polat Sultan’ın büyük oğlu Baba Sultan soymuştur. Ayrıca Merv ve Abyurd’a hakim olan Avanes Han’ın oğlu Nur Mehmed, Hacı Mehmed’in oğullarının her yıl Mervi yağlamasından bıktığı için, II.Abdullah ‘dan yardım istiyordu. Bu ve buna benzer pek çok şey II.Abdullah ‘ı Urgenç’i almaya ve Türkistanın birliğini sağlamaya teşvik etti. Çünkü Türkistanda pekçok Han ve Bey çıkmış, mahalli devletçikler halinde ele geçirdikleri yerleri, Hanlıklarına katarak, hakimiyetlerini genişletmek çabası içerisindeydiler.
Merv Hakimi Nur Mehmed’in düşüncesi, Merv’i II.Abdullah’a teslim etmekti. Çünkü II.Abdullah her geçen gün yönetimini güçlendiriyordu. Daha sonra Nur Mehmed, Merv’de II.Abdullah adına hutbe okuttu. Fakat II.Abdullah Han Merv’i Nur Mehmed’e vermemişti. Oda kaçıp Urgenç Hanı Hacı Mehmed’e gelmişti. Bu arada II.Abdullah Han Merv’le yetinmeyerek’ Abyurd, Nisay, Bağ ve Abad’ı da ele geçirmiştir.[8] Bu durum karşısında, bütün Hanlar Vezir’de birleşip, II.Abdullah ‘a karşı birlikte savaşma kararı almışlardır. Fakat çok tecrübeli olan II.Abdullah Han, kısa sürede Hive’yi ve Urgenç’i de hakimiyetine almıştı.[9]
II.Abdullah Han Urgenç’i aldıktan sonra, Hacı Mehmed Sultan, Şii-Safevilerin başkenti olan Kazvin’e, I. Şah Abbas’ın yanına sığındı. Şah Abbas onları çok iyi karşıladı. II.Abdullaha karşı, Hacı Mehmed Sultanla birlikte hareket eden Polat Sultan ise’ ‘Ben kafirin içine gitmem diyerek, Şah Abbas yerine, II.Abdullah’ın yanına gitti. Hacı Mehmed ve adamları İran başkenti Kazvin’de üç yıl kadar kaldılar. Hacı Mehmed’in büyük oğlu Seyügenç Mehmed ve iki oğlu ‘Kafir içinde durmayız diyerek, Osmanlı Ülkesine geldiler. Bu arada II.Abdullah ‘ın oğlu Abdulmü’min bütün Horasan Vilayetlerini tamamen Özbek-Şeybani Hanlığına katmıştı.[10]
II.Abdullah ülke içinde birliği sağlamaya çalışırken, diğer taraftan da, dışarda, Maveraünnehir’i Kırgız ve Kazakların saldırılarından korumak gayesi ile 1582 baharında Küçük Boy’un, Sarı-su ve Turgay Nehirleri arasında Uluğ-Dağlara kadar uzanan bölgeye bir sefer düzenlemiştir. Doğu Türkistana da bir sefer düzenlemiş Kaşkar ve Yarkent topraklarını yağmalatmıştır.[11] Burada II.Abdullahın bütün Türkistanda bir tek hakimiyet kurmaya çalıştığını, büyük bir Türk-Özbek Devleti oluşturmak istediğini söyleyebiliriz.
II.Abdullah Han,komşusu Sibir Han’ı Küçüm Han’a yaptığı yardımlarla, müslümanlığın Uzakdoğu’da yayılmasında da önemli rol oynamıştır.[12] II. Abdullah Han, Hindistan Hükümdarı Ekber Şah Tahmasb ile diplomatik münasebetler kurmak suretiyle, Onun dikkatini Hindistan-Türkistan ticari münasebetlerinin gelişmesine çekmeyi başarmıştır. Bundan sonra, II.Abdullah Han, Timurlular ile Şeybaniler arasındaki anlaşmazlığa son vermeye muvaffak oldu. Bu amaçla Ekber Şaha 1572, 1577 ve 1586 yıllarında elçiler göndermiş ve O’a iltifatlar etmişti. Özellikle Horasan Bölgesinin Şii-Kızılbaş elinden kurtarılması için ittifak sağlamaya çalışmıştı. Öte yandan Türkistaı (atalarının yurdunu) yeniden almak düşüncesinde olan Ekber Şahla askeri bir ittifak kurmayı sağlayamasa da, Onu bu hususta pasifize etmeyi başarmıştı.[13]
Özbek Hükümdarı II.Abdullah Han, Osmanlı Devletinin en tabi dostu ve müttefiki idi. Bu dostluk ve dayanışma, özellikle Şii-İran ve Rusya’ya karşı olmuştu. II.Abdullah Han, Türkistan Coğrafyasında dedesi Muhammed Şeybani Hanın hedeflediği gayeyi gerçekleştirmişti. Şimdi sıra da Şii-İranı ortadan kaldırmak ve Osmanlı Devleti ile doğrudan dostluğu ve ticareti geliştirmek düşüncesi vardı. Bu amaçla II.Abdullah Han, 1596’da kışı oğlu Abdu’l-mü’min ile Horasan’da geçirip Irak üzerine yürümeyi istiyordu. Ancak işler istediği gibi gitmedi. Hanların isyanı ve Hocam Kulunun(II.Abdullah’ın başkomutanı) üst üste yenilmesi ile aldığı pek çok yerler elinden çıktı. Bu arada Hacı Mehmed’de Urgenç’i tekrar aldı(1598).
Şah Abbas, 1597’de Özbekleri, büyük bir ordu ile, Herat yakınlarında ezici bir şekilde mağlup etti. Horasan’ı tekrar Özbeklerden aldı. II. Abdullahın oğlu Abdu’l-mü’min babasına isyan etti. Kırgızlar bu kargaşalıktan yararlanarak Taşkent Bölgesini geri aldılar. II.Abdullah Han, 1598’de eserinin mahvolmasını gördükten sonra hayata veda etti. Onun yerine Özbek-Şeybani tahtına geçen oğlu Abdu’l-mü’min altı ay sonra katledildi. Bu olay ise’ Şeybani Hanedanının sonu olmuştur.[14] Daha sonra ise’Baki Mehmed’in (1599- 1605) tahta çıkması ile Hive Hanlığı yeniden istiklalini ilan etti. Ancak, gerçekten çok başarılı bir Hükümdar olan, Şah Abbas 1599’da Horasan’ı tamamiyle nüfuzu ve hakimiyeti altına almayı sağlamıştır.[15]
Özbek-Şeybani Hanlığının, Osmanlı Devleti ile Şii-Safevilere karşı ittifaklarının Yavuz Sultan Selimden itibaren başladığını söyleyebiliriz. Kanuni Sultan Süleymanın İran üzerine yaptığı, üç büyük sefer de bile, Özbekler hep Osmanlı Ordusunun Safevilere galip gelebilmesi için, hem destek sağlamışlar, hem de İranla ilgili durumları mektuplar göndererek bildirmişlerdir. Kanuni Sultan Süleyman Safevilerin ortadan kaldırılamayacağını Nahçıvan Seferi(1553-1554) ile artık kabüllenmişti. Böylece Osmanlı Devleti, varlığını resmen elli beş yıldır tanımadığı, Şii-Safevi Devleti ile 1555 yılında Amasya Andlaşmasını imzalamıştır.[16]
İran Şahı Tahmasbı Kanuni Sultan Süleyman ile barışa getirme de Türkistan Hanlarının büyük payı olmuştu. Çünkü Şah Tahmasb(1524-1576), Osmanlıdan kurtulup Türkistan Hanları, Türkistan Hanlarından kurtulup, Osmanlı ile savaşmak zorunda kalıyordu. Amasya Andlaşması en çok Şah Tahmasbın işine yaramıştır. Nitekim, Kanuni Sultan Süleyman, Amasyada iken Özbek Hükümdarı Nevruz Ahmed Burak Hana gönderdiği bir mektupla, ‘istenilen yardımı gönderemeyeceğini, çünkü Şah Tahmasbla barış yaptıklarını, ancak Şah Tahmasbında Özbek Ülkesine saldırmasına asla razı olamayacaklarını belirtmiştir.[17]
1555 Amasya Andlaşmasından sonra, III. Murat Devri öncesine kadar, özellikle Osmanlı Devleti,barışı sonuna kadar korumaya çalışmıştır. Şehzade Bayezid Hadisesi, zaman zaman Şah Tahmasbın Askerlerinin taşkınlıkları veya İranın Anadoluya yaptığı Şii Propagandası olsun, hiç biri, Osmanlı Devleti ile Safevi Devleti arasındaki barışı kaldıramadı. Osmanlı Padişahı II.Selim döneminde de barışı bozabilecek hiç bir olay olmadı, diyebiliriz.
Hatta, III. Murad’ın cülusundan on altı ay sonra Tokmak Han İran Elçisi olarak büyük bir tantana ile Osmanlı Ülkesine geldi. Tokmak Han henüz İstanbul’da iken, Şah Tahmasbın vefat haberi gelmişti.[18] Safevi tahtına Şah Tahmasbın yerine geçen II.Şah İsmail’in(1576-1577) bir yıl üç ay süren saltanatı, taht kavgaları ve Şah Tahmasb’ın son zamanlarından beri ülkeye hakim olan birbirine muhalif beylerin mücadeleleri ile geçti. Bu dönem İran için çok kanlı olduğu kadar Osmanlı-İran barışını bozucu davranışlarında sergilendiği bir dönem olmuştur.
II.Şah İsmail bir Osmanlı Kervanını Zengan’da (Zencan) basarak tacirleri öldürmüş, mallarını yağma ettirip, Erzurum’dan gelen iki çavuşu hapse attırmış, bu çavuşları sormaya gelen Van Paşasının adamlarını da tevkif ettirmişti. Ayrıca, Anadolu’da Şii-Kızılbaş Propagandası yaptırıyordu. Bundan başka II. Şah İsmail’in Osmanlılara saldırmak üzere asker topladığı harberleri gelmişti.[19] II.Şah İsmail bazı Kürt Beylerini kendisine bağlamış, bu arada, İran’ın Luristan Valisi de Osmanlılara iltica etmişti.[20] Osmanlı Hükumetinin İranla mevcut barışı koruma gayretlerine rağmen, İrandan geçen ticaret kervanlarının yağmalanması,hudut güvenliğini bozan hadiseler ve bu ülkenin Anadolu Halkı üzerindeki tahrikleri gibi, nedenlerden dolayı Osmanlı-İran ilişkileri gerginleşti.[21] Bu arada II. Şah İsmail müptela olduğu esrardan dolayı 1578de ölmüş ve ülkede taht kavgası başlamıştı. İran tahtında çıkan kargaşanın sonunda Kör Hudabend Şah olmuştu. Van Beylerbeyi İran’daki karışıklıkları göstererek bundan yararlanılmasını istiyordu.[22] Ancak, Osmanlılar, Avusturya ile savaş halindeydi. İrana karşı da, yıllardır yapmış oldukları barış ihlallerinin hesabını sormak zamanı gelmişti. Osmanlı Devleti 1577’de Avusturya ile sekiz yıllık bir barış imzaladıktan, sonra İran’a karşı savaş açıldı.[23]
Sultan III.Murad(1574-1595), İran üzerine sefer açmak istediğinde, Vezir-i Azam Sokullu Mehmed Paşa, bu işin aksine görüş beyan ederek’ ‘Acem Memleketi tamamen feth olunsa bile elimize zarardan başka birşey geçmez. Çünkü elde tutmak için oralarda kilitli asker bulundurmak lazımdır. Varidat-ı masarıfa kifayet etmez ve taife-i acem her fırsatta isyan eder, bu durum Kanuni Sultan Süleyman zamanından beri mükerrer vuku bulan İran Seferlerinden tecrübe olunmuştur,[24] dedi ise de artık eski otoritesi kalmadığından sözü tutulmamıştır.
Şii-İran’ı içeriden ve dışarıdan, sünni Türkler hücum ederek yıkmaya koyulmuşlardı. İran’da ki Türkmen Beyleri aralarında anlaşarak İran İllerinin idaresini ve korunmasını paylaşmışlardı. Daha II. Şah İsmail, kardeşlerini yakalatıp idam ettirirken ‘Urgenç (Hive) Hanı Din-Mehmed Han oğlu Celal Han, altı-yedi bin Nayman-Özbeki çerisiyle Nesa ve Abyurd kesimlerinden Horasan’a girerek yağma ve yıkımlara girişmişti. Kızılbaşlardan kimse karşısına çıkmadığından, Cam İlini de yağmalayıp dönerken Meşhed Beylerbeyi (Akkoyunlu Boyundan) Pornaklı Murtaza-Kulu Han askeriyle Aşkabad yakınında yetişince yapılan savaşta Din Mehmed Han öldürülmüştü. Meşhed Beylerbeyinin bu başarısını çekemeyen Herat Beylerbeyi Şamlu Ali-Kulu Han bir bahane ile Onunla döğüşmeye başlayınca İran’ın Kuzey- doğusu da karışıklık içinde kalmıştı.[25]
1578de başlayıp, on iki yıl süren Osmanlı-İran savaşları sırasında, Osmanlı-Özbek İttifakının yeniden canlandığını görmekteyiz. Özbek Hanı, II.Abdullah Han Osmanlı Devleti ile dostane münasebetler kurmuştu. II.Abdullah Han, sürekli İran’a karşı savaş açmanın tam zamanı olduğunu bildiriyor, bu savaşta bir harekat planı takip edilmesi hususunda teşvik ve telkinlerde bulunuyordu.[26] Ancak, Özbek Hanı’nın bu tekliflerine Osmanlılar, İranla olan aradaki barışı korumak için, pek iltifat etmemişlerdi. Şimdi ise İran’a sefer açılacağından dolayı, II. Abdullah Han’dan, yardım alınacağını ve iki tarafın birleşmesi ile Şii-İran’dan intikam alınacağını, Özbekler ile birlikte hareket edileceğini, III. Murad, Vezir Mustafa Paşa’ya bir hükümle bildiriyordu.[27]
Serhat Beylerinin İrana akın ve garet seferi icra etmeleri emri, Erzurum Beylerbeyi Behram Paşa ile, İran ahvaline vukufu bilinen Pasin Sancağı-beyi Mirza Ali Beyin arzları üzerine kararlaştırılmıştır. Adı geçen arizalarda’ Bütün Kızılbaşların Şahın etrafında toplanmış olduğu, Revan Beylerbeyi Tokmak Hanın da askerleri ile hudutta hazır bulunduğu, İrana saldırıldığı takdir de, ancak hudutta karşı duracak yeteri kadar kuvvet kalmayacağı için, Kızılbaşların karşı saldırıya geçmeleri halinde birçok zarar verecekleri ihtimali bulunduğu, esasen şiddetli kış ve kar sebebi ile yollar ve bellerin kapandığı, harekatın güç ve faydasız olduğu beyan olunuyordu.[28]
Bu ihtar üzerine, Erzurum,Van, Şehrizor, Bağdat ve Diyarbakır Beylerbeyilerine’ ‘Serdarların sehadde vusulüne kadar akın ve garetin tehir edilmesi ve fakat muharebeye hazır ve amade bulunmaları emredilmiştir. İranla fiili düşmanlık başlayıp, Serhat Beyleri tarafından akın icra edilmesi emri verilmesini müteakip İlkbaharda gönderilecek orduların serdarlığı meselesi mevzuubahs olup Erzurum canibi serdarlığına Üçüncü Vezir Lala Kara Mustafa Paşa, Bağdat kesimi serdarlığına Dördüncü Vezir Koca Sinan Paşa tayin edildi.[29] Bir müddet sonra bu iki Serdar arasındaki rekabet ve çekişme had derceye gelmiş olmalı ki, nihayet Sinan Paşa, Bağdat Canibi Serdarlığından azl edilerek, Lala Mustafa Paşa Erzurum üzerinden Şirvan ve Azerbaycan fethine 1578de müstakilen Serdar oldu.[30] Bu arada Tatar Hanı Mehmed Giray’dan Kefe veya Azak Beylerinden birini yanına alarak Şirvan Ülkesine hücum etmesi istenmiştir.[31]
Kanuni Sultan Süleyman devrinden beri, Osmanlılara tabi olup, gönülden İstanbul’a bağlanmak isteyen’ Dağıstan-Şirvan ve Gilan gibi Sünni Ülkelerin ve Kartli ile Kokhet gibi Doğu-Gürcistan’ın Hristiyan Beylerinin samimi yardımları ile, 1556’dan beri Astarhan Hanlığını yutarak Hazar Denizine çıkıp Harezm-Hive ve Özbek gibi kardeş Türk Ülkeleri müslümanlarının hac ve ticaret yolunu kapayan Ruslara karşı da, bu seferi tertip etmek icabediyordu. Hazar Denizine hakim olarak, İran’ı arkadan vurma ve kuşatma, aynı zamanda da Moskof yayılmasını durdurma gayesi ile III. Murad İran üzerine yapılacak seferin yolunu Gürcistan-Şirvan olarak seçmiştir.[32]
III. Murad İran’ı kıskaca almak amacı ile arkadan vurması için,Özbek Hükümdarı II.Abdullah Han’ın Horasan tarafından harekete geçmesini istemiştir.[33] Bu amaçla Özdemiroğlu Osman Paşa, Piyale Paşa’yı yüz yirmi top ve beş yüz kadar yeniçeri ile Bakü’den deniz yolu ile II.Abdullah Han’a, Özbek Ülkesine gönderdi.[34]
Piyale Paşa, Özbekleri İran üzerine birlikte hareket için teşvik etmek amacı ile geldiğinde, onları taht mücadelesi içerisinde, kardeş kavgası ederlerken buldu. Piyale Paşa’nın getirdiği askerler ve toplar kapanın elinde kalmış ve tabii, bu durum da İran’ın işine yaramıştır. Kuzey Türkistan’ı idare eden Baba Sultan, sağ kolu olan yeniçeriler (Rum askerleri) sayesinde II.Abdullah’ı yenmiştir. Piyale Paşa, bu duruma çok kızmış’ ‘Aranızda kavga ediyorsunuz. Bu size bir fayda vermez demiştir. Daha sonra Astarhan’a uğramak maksadı ile Harezm’den İstanbul’a hareket etmiştir. Kargaşa ortamında yolda iken, Mangırtlar Piyale Paşayı soymuşlar. Yeniçeriler ve toplar ise orada kalmış, aralarındaki mücadeleler de kullanıldıktan sonra bir kenara terkedilmişlerdir.[35]
II.Abdullah, Türkistanda yeniden birliği sağladıktan sonra, İran’a karşı harekete geçmiş ve Osmanlı Devletine vermiş olduğu bütün sözleri yerine getirmiştir. Osmanlıların Doğu’da ilerlemeleri kolay oluyordu. Zira, Gence ve Karabağ’ın zaptı, Şah’ın Horasan’da Özbek Hanı ile meşguliyetinden, Osmanlılarla uğraşamamasından dolayı olmuştur. Osmanlılar bu taraftan ilerlerken II.Abdullah’ta Herat’ı alıp, Şii ahaliyi kırmış, Meşhed’i zaptetmiş ve pek çok yeri almıştı. Özbek Hükümdarı II.Abdullah Han bu faliyetlerini Osmanlı Devletine Mehmed Bahadır adındaki bir elçi ile gönderdiği mektupta belirtiyordu. Ayrıca, Şii-Kızılbaşların ezilmesini, Horasan ve Irakeyn mağdurlarının kurtarılmasını, Hacc Yolunun açılmasının önemini, belirterek bu işe devam edeceğini, bunun dünya ve ahiret sadeti için şart olduğunu bildiriyordu.
Osmanlı Hükümetinin verdiği cevapta ise’ askerlerin büyük bir kısmını bir Serdarla Şark Diyarına gönderdiklerini, Allah’ın izni ile Şirvan-Revan ve nice yerleri aldıklarını, daha önce Taht-ı Azerbaycan olan Tebriz’i, kuşatma altına aldıklarını, artık orasının ‘Makarr-ı İslam olduğunu, geçen sene de Gence Vilayeti ve özellikle Karabağ ve Erdil’i ele geçirdiklerini, diğer bütün memleketleri ve vilayetleri feth edeceklerini, ayrıca’ ‘tarafeynden hüsnü ittifak ve ittihad ile ol fırka-ı dallinin ve şer zümre-i şerayinin nokta-i vücud-ı mazarrat nümudların sahife-i ruzgardan tığ-ı ser-tiz ile mahv ve tathir itmekle divanhane-i ahirette ceride-i amal ve ef’allerine hasenat-ı cezile sebbit ve tahririne mesayi-i cemile zuhura getirile,[36] diyerek birlikte hareketin önemi belirtilmektedir.
Osmanlılar tarafından, II.Abdullah’a gönderilen, bir başka mektupta da’ daha önce kolaylıkla gelip geçilen Hac Yollarının açılması, tüccar ve hacıların önüne konulan engellerin kaldırılması hususunda çaba sarf etmenin ne kadar önemli olduğu ve bunun sevabı üzerinde duruluyordu.[37]
II. Abdullah Han, Mehmed Bahadır adlı elçisinden, kısa bir süre sonra, Hatai adlı bir elçi daha göndererek’ Herat’ı Şii-Safevilerden aldıklarını, pek çok Kızılbaş yerlerinin Asker-i İslam’ın elinde bulunduğunu, Bestam ve Damgan sınırlarına geldiklerini, Kızılbaşların Hindistan Sultanı Ekber Şaha sığındıklarını, Hindistan Sultanının da kendisine gönderdiği mektupta onlara yardım edeceğini açıkça söylediğini, bunun Kızılbaşlara güç verdiğini bildiriyordu. Yine birlik ve beraberlikten bahisle, ‘Her husus ve her emir Cenab-ı alilerinin rızay-ı hümayunları üzere olub asla mu’araza ve münakaşa olmamak mukarrerdir,[38] demiştir. Özbek Hükümdarı II.Abdullah, bu mektubuyla hem Osmanlı Sultanı III.Murata bağlı olarak hareket edeceğini, hem de Hindistan Şahı Ekberin Safevileri desteklediğini bildiriyordu.
Gerçekten de Hindistan Sultanı Ekber, II.Abdullah’a’ Osmanlı Sultanına karşı, İran Şah’ının korunmasını teklif etmiştir. Şüphesiz ki, bunda amacı denge kurabilmektir. Ayrıca, O kendisini, Türk Aleminin en güçlü Hükümdarı sayıyordu. Fakat, II.Abdullah bunu reddetmiştir.[39] Çünkü Özbek Hanı III. Murata tam bir müttefik ve dost idi.
Osmanlı-İran Savaşı şiddetle devam ederken 1587’de, Şah Hudabend barış teklifi yapmak istemişti. Fakat bu arada Onun yerine,Şah Abbas(1587-1629)İran Şah’ı oldu. Şah Abbas, daha hırslı ve lider bir kişiliğe sahipti. Osmanlı Devletine karşı barış istemediğinden savaş tekrar hareketlendi. Savaş her iki tarafa da çok ağır maliyet getirmişti. Bir taraftan Özbeklerin, diğer taraftan Osmanlıların sıkıştırması sonucu İranda merkezi devlet otoritesi iyice zayıflamıştır.
‘1589 senesi içinde Yezd Hakimi Bektaş Han Şaha muhalefet ettiği gibi, Farstaki Zulkadirli taifesi de ona tabi olarak baş kaldırmış, Giluye Dağında Ereşlü Ümerası ve Afşar Hasan Han istiklal davasında bulunmuşlardı. Memleket adeta feodalite sistemine dönmüşe benziyordu. Heratın Özbeklerden istirdadı kabil olamadığı gibi, aynı sene baharından itibaren Abdullah Hanın oğlu Abdul-Mümin Han, dört aylık muhasaradan sonra Meşhedi kahren zaptetmişti. Şah Abbas dahili ihtilalleri teskin ve Özbek tehlikesini berteraf edebilmek için evvela garptaki kavi komşusu ile itilaf haline gelmeyi zaruri gördü.[40]
İranın dahili ihtilafları ve Özbek tehdidi devam ettiği müddetçe Safevi Hükumeti barış yapmaya mecbur oldu. Böylece düşmanın birinden kurtulmayı amaçlıyordu. Barış için kardeşi Hamza Mirza’nın oğlu Haydar Mirza’yı İstanbul’a gönderdi. Kısa fasılalarla on iki sene devam eden Osmanlı-Safevi düşmanlığına son veren 1590daki Anlaşma, iki tarafın da savaşın külfetlerinden bir an önce kurtulma ve sükuna kavuşma meylinin mahsulü idi. Özbek tehdidi ve iç isyanlarla sarsılan Safevi Devleti barışı büyük fedakarlıklar pahasına da olsa kabul etmek zorunda kalmıştı.[41]
22 Mart 1590da İstanbul’da bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşmaya göre’ Tebriz, Gence, Revan ve Hatt-ı Şirvan Osmanlılarda kaldı. Azerbaycandaki Osmanlı-Safevi hududunun tesbitinde herhangi bir müşkilat çıkmadı. Ayrıca Osmanlıların isteği üzerine, Haydar Mirza’nın İstanbul’da rehin olarak kalmasına karar verildi.[42] Hammer ise bu hususta, Osmanlı-Safevi Barışının’ Osmanlılardan ziyade Özbeklerin gayreti üzerine yapılmış olduğunu,[43] söylemektedir.
İstanbul Barış Andlaşmasından sonra gelişen olaylarla, biz bu andlaşmada’ Özbeklerin İranlılardan aldığı yerlerin Osmanlılarla birlikte hareket eden Sünni Özbeklerin elinde kalmasının ayrıca kabul ettirildiğini, buna karşılık Özbeklerin artık İran’a dokunmaktan vaz geçtiğini de görmekteyiz. Çünkü 999 h. yılı başlarında, 1590 sonbaharında, II. Abdullah Han’ Sümnun, Sebzevab, Esferayın, Muhavvelat, Tun, Cunabad, Kayın ve Tabes gibi bugünkü Afganistanın Batısında ve İran-Horasan kesimindeki yerleri fetheylemiş, Şah Abbas ise Yezd şehrine kadar gelip geri dönmüş ve Erdebil’i ziyaretten sonra Kazvin’e gelmişti.[44] Şah Abbas, II.Abdullah’ın bu faaliyetlerini Osmanlı Devletie şikayet ederek, Özbek Hanı II. Abdullah’ın kendi tahtı hükmündeki pek çok yeri alıp yağma ettiğini kendilerine ‘rahat yeri komadığını bildiriyordu .[45]
1591 Yılı yaz mevsiminde Bestam ve Damgan’ı da Safevilerden alan II. Abdullah’ın İstanbul’a gelen elçisi ile Ona gönderdiği anlaşılan mektupta, Vezir Ferhad Paşa’ Bundan böyle, İran’a dokunulmamasını, çünkü İran’la barış yaptıklarını söylüyordu. ‘Hakan-ı Muazzam ve Han-ı Azam Abdullah Han… elçiniz Hafız Hatai’nin getirdiği mektubunuzu Padişah aldı, önceleri Padişah’ın gönderdiği mektuba göre’ ‘Ehl-i Fesad ve zümre-i rafzu ilhadun kökünü kesmeye koyuldunuz. Herat şehri ile ‘Vilayet-i Bestam ve Damgan nam Kasabalar dahi feth olunup ta Kazvin nüzulleri mukarrer olduğu bildirdi. Beri de ise İran’dan çok yerler alınıp yağmalandı, fakat Şah Abbas, akibet endişelik idub Südde-i Humayun Şehin-Şahiye izhar-ı ubudiyyet-i sermaye-i Devlet ve piraye-i izzet bilmeğe ita’at idub karındaşı oğlu Haydar Mirza’yı Dergah-ı felek-i Bargah-ı Padişahiye gönderub istid’ay-ı inayet itmişdir…. ‘Recaya ve beraya rahatı içun ahd ve eman virilmişdir. Madam ki ol canibi Cadde-i ita’atten udul’u inhiraf göstermeye Sa’adetlu Padişah-ı Cihan Penah Hazretleri canibundan dahi şerayıt-ı ahd-u emana riayet olunur. ‘Ve canib-i sa’adet me’abınuz sevabına dahi bir naşayeste vaz’ü hareket zahir olmayup kuvvet-i kahire savlet-i bahire ile feth itdiğünüz vilayetler kemakan elinüzde durmak üzere cenab-ı se’adet. nisabınuzdan sayir yerlerine tecavüz olunmayub kanaat oluna, eğer alınan vilayetlerine girü dahl ve tecavüz idub üzerlerine asker gönderirse sa’adetlu padişah-ı rub’-ı meskun ile mün’akid olan muvalatu musafatınuz südde-i sedid-i İskender gibi sabit üstüva olduğu mahalli iştibah değüldür. Size muhalefet iden bu canibe dahi adem-i ita’at itmiş olur, her vecihle bu canibden dahi inayet müzaherat olunur,[46]denilmekteydi.
Bu sırada Özbeklerin, İran Ülkesindeki başarılarından sonra, Divanda siyasi menfatin, dini menfatten üstün olmaya başladığını ve dolayısı ile Özbeklerin İran’ı alıp, Osmanlılar için tehlikeli bir komşu olabileceği fikrinden dolayı Osmanlıların İran’la savaşma fikrinden vazgeçtiği ve Özbeklere karşı yardım isteyen İran Elçisine de hüsnü kabul gösterildiği, Hammer tarfından söylenmektedir.[47]
Osmanlılar, Ferhad Paşa’nın yukarıdaki mektubunda, Özbeklere herhangi bir tecavüz olursa kendilerine yapılmış gibi telakki edilip Safevilerle Andlaşmayı bozup onlara yardım edecekleri gibi sözlerinde pek durmamış veya duramamışlardır. Zira, Şah Abbas, önce Özbeklere iki defa saldırarak Horasan’ı almış, daha sonra da Osmanlılardan intikam almaya çalışmıştır. Çünkü, İstanbul Andlaşmasından kısa bir süre sonra, 1603’te Andlaşmayı bozarak Anadolu’ya tecavüze geçmiştir.[48]
III.Mehmed’in 1596’da cülusunu tebrik etmek için İstanbula gelen Şah Abbas’ın elçisi,Osmanlılara’ Şah’ın Özbek Hanı’na muzafferiyetini tebliğ etmiştir.[49] Bundan yine iki buçuk sene sonra, İran Şah’ı bir elçi daha göndererek Horasan’ı Özbeklerden tamamen geri aldığını bildiriyordu.[50] Osmanlı Devleti bu haberlere fazla tepki göstermedi. Bu sırada, II.Abdullah Han vefat etmiş, Özbeklerin başına Hükümdar Baki Muhammed Han(Abdul-Baki) geçmişti. III.Mehmed’e bir elçi göndererek Horasan’ı tekrar almak için top ve tüfenk istemiş, fakat İstanbul’da Özbek Elçisini ilk kabul eden Şirvan eski Beylerbeyi Vezir Yemişçi Hasan Paşa, İran ile yapılan İstanbul Barış Andaşmasını da göz önüne alarak, Bakı Muhammed’in ricasını Padişaha arz etmiştir. Padişah tarafından da uygun görülen bu telhisden anlaşıldığına göre, Özbeklere yardıma devam edilmekle birlikte, aralarında sulh olan İran’la iyi geçinilmesini telkin eden bir siyasetin takibine başlandığını görmekteyiz.
Osmanlıların gönderdiği mektupta’Şimdi bundan Muşarun ileyhin elçisine yirmi kıt’a tüfenk virelum ve darbzen virmeyelum, zira bunlar tüfenk ve darbzeni Kızılbaşlara cenk eylemek için isterler. Buhara Hanı Sünni müslümandır. Bunların hatırlarına ri’ayet olunmak lazımdır. Zeman ile gerek olurlar, hatta Kızılbaş ile mabeynimiz mukaddima cenk ve cidal üzere iken Asitane-i Sa’aded’den bunlara Name-i Hümayun gönderilub Kızılbaşun üzerine yürümek teklif olunduk da, mübalağa asker ile ol canibden Kızılbaş üzerine yürüyüb nice memleketlerin almağla Kızılbaş bunlardan ziyade zebun olub bu canibe çok faideleri olmuş idi. Eğerçi Kızılbaşla şimdi mabeyn sulh ve salah olmuştur. Bunlar Şah ile cenk üzere olmağın Şah harekete kadir olmaz belki Şah ile ceng üzere olmaya idi bir nühemva vaz ede idi. Hasılu’l- Kelam evlası budur ki hem Buhara Hanı’nın ve hem Şah-ı Acemun hatırı riayet oluna dinu devlet-i maslahat bu usul mahallerde fikr-u mülahaza idub layık olanı eylemekle ileri varur,[51] diye bildiriliyordu.
Bu sırada Özbeklerden Horasan’ı geri almış olan Şah Abbas, kısa bir süre sonra da Osmanlılarla yaptığı Barış Andlaşmasını bozmuştu. Avusturya Savaşının 1593’den itibaren devam etmesi ve istenildiği gibi gitmemesi, Anadolu’daki Celali İsyanlarının yeniden ortaya çıkması, Osmanlılar aleyhine gelişmelerdi. Osmanlı Devleti ile Safevi Devleti arasında 1603-1612 ve daha sonra 1615-1618 yılları arasında yapılan savaşlar da, Şah Abbas, İstanbul Andlaşması ile elinden çıkan pek çok yeri geri almıştır.[52] Böylece tecrübeli Başvezir Sokullu Mehmet Paşa’nın, İranla yapılacak savaş hakkındaki sözleri gerçekleşmiş ‘bunca emek heba olmuştur.
Padişah III.Murat ile II.Abdullah Han zamanında, Şii-Safevi Devletine karşı gerçekleştirilen, Osmanlı-Türkistan Dayanışması, başlangıçta etkili olmuştur. Onlardan sonra, arzulanan sonuca ulaşılamamıştır. Bu iki hükümdarın vefatı ile şartlar değişmiş, İranda Şah olan Abbas durumu Safevi Devleti lehine çevirmeye çalışmıştır.
Ancak, Osmanlı Devleti, Safevilere karşı, başta Özbek-Şeybani Hanları olmak üzere Türkistan Hanlıklarını her zaman dostane münasebetler içerisinde desteklemiş ve olumlu katkılarda bulunmuştur. Onlar da gerek Şii-İrana gerekse Rusyaya karşı hep Osmanlı Devleti ile birlikte hareket etmeye gayret etmişlerdir.
BİBLİYOGRAFYA
Asrar, N.Ahmet, Kanuni Sultan Süleyman ve İslam Alemi,2.Baski,Hilal Yay.,İstanbul,?.
Bahadir Han, Ebu’l-Gazi, THORN’ecere-i Türk,Terc.Riza Nur,İstanbul,1345 h.
Bayur, Yusuf Hikmet, Hindistan Tarihi, T.T.K.B.,I-II., Ankara,1946.
Feridun Bey, Ahmed, Münthorn’eatü’s-Selatin,I-II.,İstanbul,1274-1275 h.
Grousset, Rene, Bozkir İmparatorluğu, Terc. M. Rethorn’at Uzmen,İstanbul,1980.
Hammer,Joseph Pustgall,Devlet-i Osmaniyye Tarihi,Terc.Mehmed Ata,Selanik Matbaasi,I-X.,İstanbul,1330 h.
Hayit, Baymirza,Türkistan Rusya İle Çin Arasinda,Terc. Abdulkadir Sadak, İstanbul,1975.
İlgürel, Mücteba,’III.Murat’,Doğuthorn’tan Günümüze Büyük İslam Tarihi,Çağ Yay.,X.,İstanbul,1989.ss.393-401.
İnalcik, Halil,’Osmanlilar’da Saltanat Veraseti Usulü ve Türk Hakimiyet Telakkisiyle İlgisi’,S.B.F.D.,XIV/I,Ankara,1959.,ss.69-94.
Kiliç,Remzi, Kanuni Sultan Süleyman Devri Osmanli-İran Münasebetleri(1520-1566), Basilmamithorn’ Doktora Tezi, Kayseri,1994.
Kirzioğlu, M.Fahrettin,Osmanlilarin Kafkas Ellerini Fethi(1451-1590),T.T.K.B.,Ankara,1993.
Kütükoğlu,Bekir,Osmanli-İran Siyasi Münasebetleri(1578-1612),İstanbul,1993.
_________ #8216’III.Murat’,İ.A.,M.E.B.,VII.,İstanbul,1960, ss.615-625.
Mustafa Nuri Pathorn’a, Netayicü’l-Vukuat,I-II., İstanbul,1327 h..
Mühimme Defteri, XXXII.,Bathorn’bakanlik Osmanli Arthorn’ivi, İstanbul.
Müneccimbathorn’i, Ahmed bin Lütfullah, Sahaifu’l-Ahbar fi Vekayiu’l-A’sar, Terc.N. Ahmed, İstanbul, 1295 h..
Münthorn’eat Mecmuasi, Esat Efendi Kitapliği,Nr.3345,Süleymaniye Ktb.,İstanbul,996 h.
Orhonlu, Cengiz, Osmanli Tarihine Ait Belgeler, Telhisler(1597-1607),İstanbul,1970.
Peçevi,İbrahim Efendi,Peçevi Tarihi,I-II.,İstanbul,1283 h.
Saray,Mehmet,’Abdullah Han’,İ.A.,T.D.V.Yay.,I-XVII (devam ediyor), İstanbul,1988.
_______, Rus İthorn’gali Devrinde Osmanli Devleti ile Türkistan Hanliklari Arasi’ndaki Siyasi
Münasebetler(1775-1875),İstanbul,1990.
Selaniki, Mustafa Efendi, Selaniki Tarihi,İstanbul,1281 h.
Togan, Zeki Velidi,Bugünkü Türk İli ve Türkistan’in Yakin Tarihi, İstanbul,1981.
_______,XVI. Asir’dan Günümüze Kadar Müstemleke Devrinde Asya Tarihi,İstanbul,1965-1966.
Uzunçarthorn’ili,İsmail Hakki,Osmanli Tarihi, T.T.K. B.,I-VIII.,Ankara,1988.
________________________________________
[1] Mehmet Saray, Rus İthorn’gali Devrinde Osmanli Devleti ile Türkistan Hanliklari Arasindaki Siyasi Münasebetler(1775-1875),İstanbul,1990,s.1.
[2] N.Ahmet Asrar, Kanuni Sultan Süleyman ve İslam Alemi,2.Baski, Hilal Yay.,İstanbul,?,s.55.
[3] Zeki Velidi Togan,Bugünkü Türk İli ve Türkistan’in Yakin Tarihi, İstanbul, 1981, s.2.
[4] Bkz., Halil İnalcik,’Osmanlilar’da Saltanat Veraseti Usulü ve Türk Hakimiyet Telakkisiyle İlgisi’,S.B.F.D.,XIV/I,Ankara,1959.,ss.69-94.
[5] Baymirza Hayit, Türkistan Rusya İle Çin Arasinda,Terc.Abdulkadir Sadak,İstanbul,1975,s.27.
[6] Rene Grousset, Bozkir İmparatorluğu,Terc. M. Rethorn’at Uzmen,İstanbul,1980,s.448.
[7] Ebu’l-Gazi Bahadir Han, THORN’ecere-i Türk,Terc. Riza Nur,İstanbul,1345 h.,s.272-273.
[8] Bahadir Han, a.g.e.,s.270-272.
[9] Selaniki Mustafa Efendi, Selaniki Tarihi,İstanbul,1281 h.,s.314.
[10] Bahadir Han, a.g.e.,s.278-279.
[11] Grousset,a.g.e.,s.448.
[12] Mehmet Saray,’Abdullah Han’,İ.A.,T.D.V.Yay.,İstanbul,1988,C.I.,s.104.
[13] Yusuf Hikmet Bayur, Hindistan Tarihi,T.T.K.B.,Ankara,1946,C.II.,s.98.
[14] Grousset,a.g.e.,s.448’ Baymirza,a.g.e.,s.10.
[15] Saray,Rus İthorn’gali Devrinde Osmanli Devleti İle Türkistan Hanliklari Arasindaki Siyasi Münasebetler,s.8.
[16] Remzi Kiliç, Kanuni Sultan Süleyman Devri Osmanli-İran Münasebetleri(1520-1566), Basilmamithorn’ Doktora Tezi, Kayseri, 1994,s.296-302.
[17] Ahmed Feridun Bey, Münthorn’eatü’s-Selatin,İstanbul,1274-1275 h.,C.II.,s.84-85’ Kiliç,a.g.e.,s.303-304.
[18] Joseph Pustgall Hammer, Devlet-i Osmaniyye Tarihi,Terc.Mehmed Ata,Selanik Matbaasi, İstanbul,1330 h., C.VII,s.59.
[19] M.Fahrettin Kirzioğlu, Osmanlilarin Kafkas Ellerini Fethi(1451-1590),T.T.K.B.,Ankara,1993,s.259-260.
[20] İsmail Hakki Uzunçarthorn’ili, Osmanli Tarihi, T.T.K. B.,Ankara,1988,C.III/2.,s.56.
[21] Mücteba İlgürel,’III.Murat’,Doğuthorn’tan Günümüze Büyük İslam Tarihi,Çağ Yay., İstanbul,1989,C.X,s.393.
[22] Mühimme Defteri, XXXII, s.n.,128,s.59.
[23] Kirzioğlu, a.g.e.,s.267.
[24] Mustafa Nuri Pathorn’a, Netayicü’l-Vukuat, İstanbul,1327 h.,C.I.,s.103’ Bekir Kütükoğlu, Osmanli-İran Siyasi Münasebetleri(1578-1612),İstanbul,1993,s.29.
[25] Kirzioğlu,a.g.e.,s.271.
[26] Togan, Bugünkü Türk İli ve Türkistan’in Takin Tarihi,s.133’ Kütükoğlu III.Murat’,İ.A.,C.VIII.,s.621.
[27] M.D.,XXXII.,s.n.403,s.214.
[28] Kütükoğlu, Osmanli-İran Siyasi Münasebetleri, s.26.
[29] Müneccimbathorn’i, Ahmed b.in Lütfullah, Sahaifu’l-Ahbar fi Vekayiu’l-A’sar, Terc.N. Ahmed, İstanbul, 1295 h.,s.538-539’ Kütükoğlu, Osmanli-İran Siyasi Münasebetleri,s.26-27.
[30] Müneccimbathorn’i, a.g.e.,s539’ Kütükoğlu,Osmanli-İran Siyasi Münasebetleri,s.28.
[31] M.D.,XXXII.,s.n.128, s.59.
[32] Kirzioğlu, a.g.e.,s.260.
[33] Feridun Bey,a.g.e.,C.II., s.237-239.
[34] Feridun Bey,a.g.e.,C. II.,s.165-166’Togan,Bugünkü Türk İli ve Türkistan’in Yakin Tarihi,s.135.
[35] Togan, XVI. Asir’dan Günümüze Kadar Müstemleke Devrinde Asya Tarihi, İstanbul,1965-1966,s.62-63.
[36] Münthorn’eat Mecmuasi, Esat Efendi Kitapliği, Nr.3345,Süleymaniye Ktb.,İstanbul,996 h.,v.27 b-31 b.
[37] Feridun Bey, a.g.e., C.II., s.241-242.
[38] Münthorn’eat Mecmuasi,v. 32 a-34 b.
[39] Bayur, a.g.e.,C.II., s.145.
[40] Kütükoğlu, Osmanli-İran Siyasi Münasbetleri, s.194-195.
[41] Feridun Bey,a.g.e.,C.II.,s249-252’ HocaSadeddin Efendi tarafindan kaleme alinan Oamanli-Safevi Ahidnamesi’ Kütükoğlu,a.g.e.,s.200-201.
[42] Peçevi,İbrahim Efendi,İstanbul,1283 h.,C.II.,s.121’ Mustafa Nuri Pathorn’a, a.g.e., C.I., s.106-107’ Kütükoğlu,a.g.e.,s.202-203.
[43] Hammer, a.g.e.,C.VII.,s.152.
[44] Kirzioğlu, a.g.e., s.381.
[45] Selaniki, a.g.e.,s.314.
[46] Münthorn’eat Mecmuasi, v.34 b-39 a’ Feridun Bey, a.g.e., C.II.,s.239-240.
[47] Hammer, a.g.e., C.VII., s.169.
[48] Uzunçarthorn’ithorn’li, a.g.e.,C.VI/2.,s.246.
[49] Hammer, a.g.e.,C.VII.,s.222.
[50] Selaniki, a.g.e., s.297.
[51] Cengiz Orhonlu, Osmanli Tarihine Ait Belgeler, Telhisler(1597-1607),İstanbul,1970,s.79-80.
[52] Mustafa Nuri Pathorn’a,a.g.e.,C.II., s.19’ Peçevi, a.g.e., C.II., s.343.
Hocam;
özenle ve kapsamlı bir araştırma neticesinde yazmış olduğunuz makaleler için teşekkür ederiz..